29 Şubat 2012 Çarşamba

afiyet olsun


canım sütlü irmik istedi

parmaklarımı kestiklerini hayal ettikleri günden bu yana yazıyorum.
durmaya niyetim yok.
anlatmamaya yemin edenlere, susanlara sitem çok.
kaldırım sonunda beni beklemeyen hiçkimseye vefa yok.
ömrünü hırsla,kinle yaşayan kuşların kanadını kıran çok.
bravva.
takılıp kaldığın bazı şeylerin içine birkaç günü birden sığdırma başarım büyük.
yediğim uyuşturucu iğnelerin şırıngaları dezenfekte edilmeksizin yatağımın altındaki kutuda saklı.
veremediğim sekiz ünite kanı meze kanında içen adama sevgiler.
cinayet romanları sadece roman değil, yaşanmışlıklardır diyen dedeye bin selam.
saçının kınasını kıskandığım yetmiş yaşındaki -anane-ye bin vefa, haktan da cefa.
hayatın bir defa olduğunu hatırlatan kürşad hocaya bol gazel yazıla.
aldığımı sandığım nefesimin arasına karışmış nikotini cebindeki peçetenin arasına sıkıştırıp odasına salan adama diyecek birşeyim yok.
sevgiye ihtiyaç mı çok, gidene gel demek mi gerek, atlayacak olanı ittirmek?
ağzında dönen sakızı, sakız olmaksızın asla duyamayacağınız sesler yüzünden umursamamak m, hatta alışmak mı.
insanları sadece ormanda yaşayan sincaptan farksız, zararsız görürken topuğundan kesildiğin günü atlatamamak mı?
hafta sonuna oturup dinlenememek mi kasvet yükler sadee.
ölmüş baba senin değilken yükün fazlası senin omuzunda mıdır hep dostsan eğer.
yüz güldürebilmek bu kadar mı nirvana seviyesine yükseltir.
bazen kendini cenin kadar saf hissettiğini sanmaktan daha huzurlu ne varmış ki sanki.
ay sonunu denkleştiremezken alınan kitaplar hiç mi pişmanlık yaratmaz.
bu kadar sorunun cevabını verecek hiçkimse mi olmaz.
keşke zaan akmasa  bazen.
istediğin istemediğin canileri sert bi saltoyla boynu kırılırken seyretsek!
ayak parmakları isyan etsin!
takunyalar son moda olsun. terliksiz dışarı çıkılmasın.
ah muhsin ünlü!
bu yüzden, işte bu yüzden, bu yüzden kaburgalarımı en baştan düzenlemem gerekecek.

istanbul'da da birşey kalmadı ya neyse


28 Şubat 2012 Salı

yandım ben bariz, sen kendini kurtar


sanki elimden cümleleri aldılar da yazamadım

elinden alırken lazım mı diye sormazlar ya, kendi malımı onlardan çalıp kafalarında parçalarım.
kimseye anlatma derdin olmazmış hani.
anlaşılmayı beklemezmişsin.

kiminin elleri olabildiğine naifmiş, seninkiler utanmasalar pas tutacaklar.
bir önceki akşam kendini delicesine ifade ederken, birkaç gün sonrasında kendine dair hiçbirşeyi hatırlayamazmışsın.
hayat zor'lara cevap yapıştırırmış, bulduğun tüm şişeleri sormaksızın devirirmişsin. hemde beş kuruşsuz.
newyork'a rehberlik yapabilirmişsin, üstelik hiç gitmemişken.

tam bir mazoşist.
bazı soluk şehirlere  gidip renk verenler.

geridönüşümsüz kaosların orjin noktası olanlar.kırık bacakla hayatına girip kolunun yarısını götürenler.

23 Şubat 2012 Perşembe

hevenaysdey


çıktım sokağa, güneş selamladı. çok ince kendisi. öyle zayıflık anlamında incelik değil, yuvarlıktır aslında. dün geceden çekilmiş fotoğraflarımın ekmeğini yedim. hızma kan toplamış ellerim buz. hava güneşli.
ayaklarım yanıyor, ojelerim bozulmuş. bi sigara içmiş gibi olmuşum, aslında farkında değilim.
çikolata çikolatadır. renk ayrımı yapılmaz.
en siyahını alıp yemişim.
... boyunluk diye birşey çıkmış, elimde şişler örgü falan. asparagas.
kaldırım yere oturmuş. perdeler sağda toplanmış. cimri teyzeye seslenen kız yok.
bi çanta lazım. bi de para. yok. var aslında.
haftaya istanbulmuş. izmirin aklı kalmış. bol selam bursaya. ankara ne de grisin.
tırnaklarım ne de yorgun. tatlı şarkıları ben söyledim. acı çiçekler camın önünde.
rıpit, ''have a nice day''


18 Şubat 2012 Cumartesi

aralıklı

bir defasında bileklerimden akan kanı bir şişeye doldurup brugge'daki müzeye gönderdim.
isa'nın belirli aralıklarla sıvılaşan kurumuş kanıyla değiştirsinler diye.
sonra ki 8 yılımı bir hücre de geçirdim. yada 6. hatırlayamadım.
geçtiğimiz pazarlardan birinde ailecek yemek yemek yerine gidip bir adamı öldürdüm.
mevsimlerden kış, arka ormandaki köpekler aç.
hayvanseverdim.
anlamsız fotoğraflara tutkuyla bağlanıp, akıl ermeyen ihtiraslı geceler geçirirdik.
zaman giderken bilmediğin ''girintili'' sokaklarda, üst komşum lady bilmem kimle kurabiye eşliğinde süt içerdim.
duvarlara şifreli notlar yapıştırır, yaşadığım arkadaşların onlara olan merakıyla saçma salak eğlenirdim.
gizemli falan değildim.
yukardaki sarı postitlerde, yandaki tontondan aldığım sigaranın borcu, alttaki beyazlarda ödenecek banka vesveseleri, diğerlerin de de gideceğim yerler ve şifreli adları vardı.
mesela telefonum belirli aralıklarla çalardı.
kimle konuştuğum genel anlamda bilinir, entrikalık bi hava kalmazdı.
olmadık kişilerle arkadaş olur, herkesin en eğlenceli zamanlarında sıkıldığımı düşündüğü şeyi yapardım.
kitaplarla sevişirdim.
bu mecazi söyleyişi. ama öyleydi.
sonuncusu 'istanbul rapsodisi, syf 47'

kullanıcıyım


bir Nick Cave hastasıydık oysa.
                                                                çaresini aramadık.
                                                                         çünkü
                                                   bazı şeyler, belirli dozda fazla uçurucu.
                                                                          o, uçtu!


17 Şubat 2012 Cuma

Fortuna

Tezer Özlü
“Fortuna”, Yeni İnsan Dergisi, Mart 1963
(Tezer Özlü’nün yayımlanan ilk yazısıdır.)


buruşuk hayatın pürüzsüz yanı

Karın ağrısı çekiyorum, çok şiddetli bir karın ağrısı..önce burnum yanıyor,sonra gözlerim. Çenem buruşuyor diye ağlamak istemiyorum ama yağan yağmurunda etkisiyle tutamıyorum kendimi,başlıyorum cama vuran tanelerle konuşmaya..

Bir tılsım yoksa,bir küf bağlamaşsa heyecanların, birşey demiyorsa sana Güney Amerika'nın Gerillosları, bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve biranda çalıştığın yerden istifayı çekip gitmek gelmiyorsa içinden bi kapı önünde ''tozlu paspas'' bile olamayacağını hatırlatırım.
Taa kökten alevlerle çıkılır tepesine Everest'in, bu hayatta yanar söner kandilleri ,ilk defa başbaşa kalınmış gecelerin..Bu umutla koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun
Bu tılsımda 'gel gidip çekelim be! ' vardır.Bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asmak vardır.Bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yanlızken seyretmesi,bir erkeğin merdivenden çıkan bir genç kızın bacaklarına hafifçe bakması vardır..
Cenaze törenierinde bir ütü geçe üstünde.. Sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır tabutun içine.. Ve 'o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelere.
(Ben gidemedim.)
Ve çekersin içini
-Hayat, dersin.
-Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek.
-Daha geçen hafta görmüştüm, dersin. (Dedim)
Hele tabut inerken mezara.. Nede zor gelir oraya inmesi !..
Hele son kürek topraklar atılırken.. Bir ütü geçer tılsımın üzerinden..
Derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden, elenir pişmanlıklar, toplumun bakıları, gizli çapkınlığın vicdan azabı küçülürde küçülür gözlerinde..
Yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı..Çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.Sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboyda sen olursun, iyilikler kraliçeside sen. Kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
Sonra dans edersin kumsallarda.. Deniz gecenin içinde , gece deniizn içindedir. Bişeyler süzülür ve erir kıyılarda..
Yaşantının özündedir bu tılsım.


Bir defa kayboldum mu sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. Bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde.
-Mıymıntı seni.
Sönen tılsımlar başka tılsımlarıda söndürmeye dönüktür. Yanan tılsımlar başka tılsımlarıda parlatmaya..
Ve bilemedikleri bu hain oyunun içine düşünce bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. Bir el tutuşta şıraklayıp bir şehvet kamçısı. Bir içten gelen övgü. Ve ılık ılık çözülürken nazlanarak gerinmek istersin.
-Hişşştt olmazz.
Böyle bir tılsımı vardır hayatın. Bu tılsımda çekilir tetiği mavzerlerin. Bu tılsımla çıkılır dağlara. Bu tılsımla haydi yürüyelim dersin onbinlere.
Bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bi pula satmamışsan, kızıp vurmamışsan yumruğu masaya ve özlediklerin için hıçkıramıyorsan boğulurcasına..
Ulan o zaman niçin gelsin hayata !.
Ay başını düşünüp bayramda tebrik yazmak için mi ? Varoş varoş sallanıp bir cana kıymak için mi ? Sadece ölümü izlemek için mi !? Yoksa benim gibi bir akşamın karanlığında koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak kendine ağlar gibi gülümsemek için mi ?

Geç kalma hayatıma..

13 Şubat 2012 Pazartesi

intihar mı etsek!? ama sakin kafayla, şimdi değil


size kendimden bahsetmeyince
dürüst yazıyorum.
peki ya kendime dürüstlüğüm?
söylediğim yalanları,
yediğim naneleri
çıkıpta ben yaptım lan diyemiyorum.
yazık.
ama zorundalık.
ya da değil.
gün gelecek..
bu cümlenin ardına hep birşeyler yapıştırabildim.
dün bir kız çocuğunun doğumuna,
annesinin kızının şerefine kaldırdığı şarap şişesine,
anılarımın bir mesaj kutusuna sığabildiğine
tanık oldum.
zaman hızlı aktı.
bugün de bitti.
yarın da olacak.
valentine's days.

hayat komik.
ve yirmi sene
+ birkaç aydır hayattayım.
edebiyat kokan yazılarınıza da
bugünlük
sokayım.

12 Şubat 2012 Pazar

başlıksız


11 Şubat 2012 Cumartesi

dallandırdık

hiçkimseye görünmeden nasıl olur da bu denli hakimiyet altına alabilir anlayamıyorum.
henüz gören olmamış ama insanların çoğunluğu onun hakimiyetinde.
Tanrı gibi düşünebilmek isterim.
hakimiyet altına almak istediğimden değil, nasıl olduğunu kavramak istediğimden.
değişik.
inanan-inanmayan ayrımı yapamıyorum. konu hakkında pek zaan da harcamadım zaten.
bazen anlattıklarımı yalnızca Tanrının anlayacağına inandığımdan henüz kimseye anlatmamış oluşumu, bazen de 'varsan nerdesin! neden böyle! somutluk örneği mi sanki!' diye düşünürken buluyorum kendimi.
kendini kapayan, yalnız yaşamayı beceren insanlara ayrı bir zaafım var bu sebepten.
''yalnızlık alllaha mahsus'' derler ya bir de.
adam kalmış işte.
senin kalabalığından daha çok şey kazanmış.
zaman zaman şiirler yazmış.
yetmemiş farklı dallar da ödüller almış.
adam yalnız. kadın yalnız.
çok ünlü türk sanatçı, sevgilisiyle uçurum kenarına kadar yol almış. sevgilisi atladıktan sonra cesareti o an buharlaşmış ve atlayamamış.
sonrası vicdan, sonrası azap, sonrası şarkılar..
selam olsun ilhan irem'e.
bunu anlatan adamı hala mimiklerine kadar hatırlar kendim anlatırken kafamda da ondan dinlerim.
asıl derdim yoko!
diğer grup üyelerinin onu suçlaması, lennon'un aşk sarhoşu kabul edilmesi.
anlatılanlar.
olunmasının imkanı olsa 2.yoko olmaya hazırım.
sean l.'ın şapşallığı ayrı. parachute dinlerken bulduğum rahatlığı pek az şarkı da buluyorum.
anlattığım herşey bağımsız gibi ama değil.
ilhan irem bir döneme hakim olmuş, lennon hala arkasından konuşturacak yücelikte.
yoko..
belki de beynimin adıdır.
 şu ara gereksiz işlere çalışan hani.

öldün, duydun mu?



ruhun ne kadar ayakta da olsa bedene ihtiyacın oluyor.



10 Şubat 2012 Cuma

pozisyon cehaletinden önce

irade yoksunu, konumu belirsiz insanlar tanıdım.
onlarca dost dediğim insanla oturup muhakkak seksten bahis açtım.
bazı adamları köşelere ayırdım. kimini kafasından, kimini diz kapağından, kimini dirseğinden kayırdım.
henüz oturup kendimi anlatmadım.
metalden çok gürültüye boğulmuş birşeyler dinlerken yan dairenin serseri sempatiği, oturup fincanıma fazla fazla pinkfloyd kattım.
kendime vermiş olduğum hakları, haktan saymayan herkesi diburundan becerdim.
eve dönünce fincanı pink floydladım.
birine aşık olmayı tam anlamıyla kavrayamadım.
aslında ben yıllardır bayii sahibiydim ama yıllardır kafamın köşesinde vergilerle sorun vardı.
muhafazakar aile çocuğuydum. alkol almamalı, ölsem dahi sevişmemeliydim.
mariachie kız birası.
varsa o göt absinthe shot yapalım.
kaybedersem sevişiriz.
ödül büyük.
gece uzun.
ben yokum.
renk eflatun..
ah muhsin ünlü!


sırasıyla mı gitmek gerekiyormuş?

beni yakacaklar.

bu zorlu mektubu masada su lekesi bırakmış bardağı gördükten sonra yazmaya karar verdim.
hiç okumamış birini, saçlarının rengini bir türlü tutturamamış kız çocuğunu
, sırf korkmadığını anlatmak için.
kendi hakkındaki soruların cevaplarını bilmezken;
tanrı var mıdır? kaç bacaklıdır?
yoko kötü bir kadın mı?
sean lennon gerçek bir idiot! - düşünceleriyle tavanı seyretmekten kendini alıkoyabilsin diye.
geri dönüşümü olmayan bir bildirim bu, yada bildirimi olmayan bir geridönüşüm.

eğer birgün kendini cezalandırmak isterse müzik dinlemekten vazgeçicekti.
ve şu bir gerçekti ki, ülserli hastalar acıyı yememeliydi.
belki resim yapabilir fakat asla yüzemezdi.
kendinden başkasıymış gibi bahsedebilirdi.
hayatındaki en önemli gelişme ise şuydu; ''o, hiç intihar etmedi.''
soruları sevmez, koleksiyonlara bayılırdı.
daha genç, oturup anlatacağı milyar çarpı tirilyar gerçeği şurda anlatıcaktı.
gerçek var mıydı? kime göre yalandı?



P.S. ve kırmızı siyaha hep yakıştı.